Gravenhurst.Offerings: Lost Songs 2000-2004.Warp

2014 müzisyen kayıplarıyla her açıdan canımızı yakan bir yıl oldu aslında; Joe Cocker, Jack Bruce, Bobby Womack, Paco De Lucia bir çırpıda ilk akla düşenler. Aralık ayı başında sessiz sedasız ve henüz sadece 37 yaşındayken (ve şu ana kadar açıklanmayan bir nedenle) aramızdan ayrılan Nick Talbot ya da sahne adıyla Gravenhurst da bu listenin iç burkanlarından biri. Ekstra yetenekli bir ozan şarkıcı, multi entrümentalist, gazeteci ve prodüktör olarak farklı disiplinlerden işler üreten Talbot; lo-fi, neo-folk çizgisindeki dingin parçalarıyla ve etkileyici vokaliyle her daim ruhumuzu titretenler listesinde yer alan özel isimlerden biriydi. Daha ziyade elektronik tandanslı işleriyle bildiğimiz Warp etiketi taşıyan...

Erik Truffaz.Murcof.Human Being Human.Mundo Recordings

İsviçre doğumlu Fransız trompetçi Erik Truffaz pek çok müzisyenle yaptığı ortak çalışmalarla müzikal hafızamıza kazınmış karizmatik ve yetkin caz müzisyenlerinden biri. Kendisini özellikle İlhan Erşahin’in 2009 çıkışlı İstanbul Sessions projesinden ve İstanbul’daki konserlerden de anımsıyoruz. Meksika orjinli Murcof’sa minimal elektronik dokunuşlarla bezeli modern klasik çizgisiyle dikkat çeken ve detaycı ses işçiliğiyle harmanladığı yaratıcı kompozisyonlarıyla ön plana çıkan mahir bir isim. Onu da Borusan’daki özel performanslarından hatırlamak olası. İkilinin 2008’de yayımlanan Mexico çalışmasıyla attıkları adımın devamı niteliğindeki Human Being Human yekten 2014’ün en sağlam işlerinden biri. Murcof’un adeta içimize işleyen nahif ses kurguları, Truffaz’ın başka bir evrenden üflediği sarsıcı melodilerle bütünleşerek tadına doyulmaz bir atmosfer...

Mohn.Mohn.Kompakt

Elektronik müziğin Köln merkezli kumanda panelinin başında oturan Kompakt etiketinin kurucularından Wolfgang Voigt ile yine bu etiketin hatırı sayılır isimlerinden Jorg Burger’in ortaklığında şekillenen Mohn, bugüne dek sadece (2012 çıkışlı) tek bir albüm yayınladılar. Kontrast’ın “sürpriz” sekmesi, her daim arşivlik çalışmalar için bir kez daha müzikseverlerin kulağına fısıldamayı ana görev bellediğiden, Mohn’a da tekrar bir mercek tutalım istedik. Bir konsept albüm şeklinde sıralanmış dokuz parçanın birbirine eklemlenerek su gibi aktığı albüm için “ambient pop” ifadesi kullanmak mümkün. İç burkan incelikte minimal melodi parçacıkları, her daim üst kalite prodüksiyonu hissettiren kalburüstü ambient referanslı döngüler ve bunların arasında yolunu bulan minik elektronik süslemeler....

Kiasmos.Kiasmos.Erased Tapes

Canımız cananımız Erased Tapes etiketini bir albüm ardında görmeyiverelim, yüreciğimiz pırpır etmeden olmuyor inanın. Nils Frahm, Peter Broderick ve Olafur Arnalds gibi birkaç ismi ansak yeterince ipucu vermiş oluruz herhalde. İşte Kiasmos, Erased Tapes’in sanatçı kadrosundaki en mahir isimlerinden Olafur Arnalds’ın kırılgan ve melodik yaklaşımıyla, Faroe Adaları’ndan çıkma Janus Rasmussen’in sıcak ve keyifli teknoik altyapılarının harika bir bileşimi olarak şekillenmiş bir proje grubu. İkilinin ilk albümünde Arnalds’ın dokunaklı piyano tuşelerine ve nahif yaylı partisyonlarına hayran kalmamak mümkün değil. Rasmussen ise tüm bu minimal yapıya verdiği katkıyla, adeta parçaların dans pistlerine tercüme edilmesine aracı oluyor. Yormadan ruhumuzu şevklendiren ve kulaklarımızın pasını...

Foo Fighters.Sonic Highways.RCA

Dave Grohl ve tayfasının Amerika’nın sekiz farklı şehrindeki stüdyolarda, özel konuklarla devşirdikleri sekiz parçayı (biri genel, diğerleri de her şehre özel olarak dokuz farklı kapak seçeneğiyle) eşleştirmesiyle ortaya çıkan Sonic Highways, yeni tatlar ve yaklaşımlar vaat etmiyor. Çalışmayı Foo Fighters’ın en iyi yaptığı şeye; yani safi Amerikan rock müziği diskografyasına eklenmiş yeni ve okkalı bir adım olarak özetlemek mümkün. Güçlü ve oylumlu gitar riff’leri, üst perdeden vokal ve korolar, birbiri üstüne eklenmiş yoğun, sert ve tavizsiz enstrüman partisyonları adeta bir rock opera tadında arz-ı endam eyliyor. Öte yandan albüm genelindeki Foo Fighters sound’u, konuk müzisyenlerin kısık seslerinin üzerinden silindir gibi geçip,...

Scott Walker + Sunn O))).Soused.4AD

Bir tarafta Walkers Brothers üyesi olarak ‘60’ların ses getiren pop yıldızlarından, solo kariyerinin özellikle ilk dönemiyle mühim ozan şarkıcı abilerden ve son dönem (2012 çıkışlı gizemli Bish Bosch) işleriyle de gizemli bir şahsiyet olarak deneysel havzalarda gezinen bir vokalist; Scott Walker. Öte yanda Amerika çıkışlı doom / drone metal / dark ambient projesi Sunn O))), yani Greg Anderson ve Stephen O’Malley. Tez elden söyleyelim ki bu harbici ekibin ortaklaşa giriştikleri Soused projesi tam anlamıyla arşivlik bir çalışma. Walker’ın operamsı, havada kayıp giden, esnek ve hafif iç gıcıklayıcı vokaliyle; Anderson ve O’Malley’nin karanlık, biraz distopik ve her daim rahatsız edici gitarlarının eşliğinde perdelenen oyun adeta 1+1=3 formülünün müzikal yansıması. Soused’un başarısı birbirinden bu denli farklı iki tarzın, müzikal coğrafyanın uzak bölgelerinde konuşlanmış iki ayrı noktanın etkileyici derecede estetik ve yenilikçi bir...

Erlend Øye.Legao.Bubbles

Norveç çıkışlı indie folk/pop ikilisi Kings Of Convenience’ın yarısı olan Erlend Øye, uzunca bir aradan sonra (ilki 2002 yılında yayımlanmıştı) solo kariyerindeki ikinci adımla karşımızda. Legao, baştan sona bir çırpıda keyifle dinlenen, KOC parçalarından ziyadesiyle aşina olduğumuz sımsıcak tınılarla ve iç huzuru yayan gitar, piyano ve synth melodileri ile dopdolu bir albüm. Elbette bunda Erlend’in yumuşak ve dokunaklı vokalinin de etkisi büyük. Öte yandan halihazırda KOC varken ona çokça benzeyen bir albüme solo olarak imza atmak ne kadar gerekliydi bu tartışılabilir. Birkaç parçada karşımıza çıkan reggae altyapıları ve Karayip esintileri albümü özellikle içinde bulunduğumuz sonbahar aylarında, elde sıcak kahve ile cam kenarında kitap okurken dinlenesi bir çalışma haline getiriyor. Legao bu haliyle Erlend Øye’nin de bir üyesi olduğu ve geçtiğimiz...

Johnny Marr.Playland.Sire

Britpop’un ikonik grubu The Smiths’in gitaristi olarak Johnny Marr, sonraki kariyerinde farklı projelerde (The Cribs, Modest Mouse gibi) minik roller üstlense de, kendine hiçbir zaman ekip arkadaşı Morrissey kadar net bir kulvar ve yön belirlemedi. Düşünün ki kendi adını taşıyan ilk albümü 2013 çıkışlı The Messenger! Uzunca bir bekleyiş sonrası attığı bu adım Marr’ı memnun etmiş olacak ki, daha bir yıl geçmeden bu defa da Playland’i yayınladı. Playland buram buram İngiltere kokan haliyle ilk dinlemede mütevazı bir şekilde, hafiften kafa sallatarak akıp gidiyor. Arada tempo artıran ritmik melodiler, Marr’ın nitelikli gitar riff’leri ve hafif Bernard Sumner referanslı vokaller Playland’e geçer not vermemizi sağlıyor. Öte yandan Marr’ın bu biraz çekingen, kendini fazla deşifre etmeyen hali Playland’i müzikal belleğimizde ayrıcalıklı...

Caribou.Our Love.Merge

Kanada orijinli DJ ve prodüktör Dan Snaith, son birkaç yılını Radiohead’le birlikte yollarda geçirdikten sonra kendi rotasında hatırı sayılır değişimler içeren 5. stüdyo albümüyle tekrardan aramızda. Basit döngüler üzerine yedirilmiş hip hop ritimler, Caribou’ya özgü renkli kara kıta esanslı vokal kullanımları ve sıcak melodiler bu defa ortaya hiç olmadığı kadar samimi ve dans pistlerine dost bir albüm çıkarmış. Soul endeksli arka planların ekstra tat kattığı parçalarda, zaman zaman ‘90’lar acid havalarını da soluyoruz. Hatta biraz biraz Daphni adıyla 2012’de çıkardığı Jiaolong’u anımsatan bölümler de var Our Love’da. Ama yine de farklı bir karışım elimizdeki albüm. Aslına bakarsanız Caribou’nun mahareti bir şekilde eskiyi yeniyle eşleştirmedeki becerisinde yatıyor sanki. Alışageldik tınıları ve tarifleri farklı bir perspektifle tekrardan kendi süzgecinden geçirip, kulaklarımızı okşayan keyifli pasajlar sunuyor bizlere Caribou. “Can’t Do Without You”, “All...

Interpol.El Pintor.Matador

2002 çıkışlı Turn On The Bright Lights’ın aydınlattığı yolda bir on yıl boyunca hazırdan yemekle ve suyunun suyu parçalar yapmakla adeta suçlanan Interpol, dört yıl aranın ardından harikalar yaratmasa da enerjisi ve çıtası yüksek bir çalışmayla geri dönüyor. Banks’in bağımlılık yaratan karanlık vokalinin, ekolu synth’lerin ve güçlü davulların ön planda olduğu parçalarda tempo ziyadesiyle yüksek. Hemen tüm parçalarda içimizdeki Interpol sevdasını cilalayan müzikal tonlardan minik yansımalar bulmak olası. Albüm genelinde yakalanan iç denge, parçalar arasında kopuşlar olmasını engelleyerek El Pintor’u bir çırpıda damağınıza çalınan bir tutam balla keyif içinde dinlenir bir çalışma haline getiriyor. Ancak arada tekrar bakılması gereken parçaların varlığına rağmen “unutulmaz” payesi verebileceğimiz bir zirve noktası da maalesef El Pintor’da yok. Özetle Interpol ve...